Monday, June 21, 2010

Öğreten, öğrenir.

Yazarken sık sık dil konusuna gelmemden anlamışsınızdır ki ben gerçek bir fanatiğim. Bu fanatikliğim sadece yabancı dile karşı değil, türkçeye karşı da aynı merakı duyuyorum ve anadilim olmasına rağmen o açlığı hissediyorum kesinlikle tatmin olmuş değilim! Dili kullanmak müthiş bir yetenek. Kendini minimum kelimeyle ifade etmek dili kullanmak değil, konuşmak bile sayılamayacağı için onu es geçiyorum. Ama istediğin kadar kitap okumuş ol, kelime haznen geniş olsun bunları konuşurken kullanabilmek, usta manevralar yapabilmek gerçekten büyüleyici. Böyle birini saatlerce dinleyebilirim diye düşünüyorum.

Amatör. Profesyonelin zıt anlamlısı olmanın yanı sıra latince "amat- amor- am-" yani sevmek kökünden geldiğin duyduğumdan beri bu kelimeyi daha da çok seviyorum.


Yabancı dil konusunda da amatörlük her zaman baki. İnsan yabancı dil söz konusu olunca daha da sabırsız oluyor, bir an önce belli bir seviyeye gelmek istiyor. Çünkü her ne kadar dili sevsen ve kendini dolambaçlı yollarında kaybetmek istesen de bir yandan da en kestirme yoldan sonuca ulaşıp onu iş hayatına uyarlamak ve paraya dönüştürmek zorundasın. Büyüklerimizden zaman zaman işitilen "sana yapma demiyorum, hobi olarak yine yap" dengi bir durum söz konusu burada. Kendini garantiye al da sonra naparsan yap gibi...


13 yaşından beri "sihirli değneğin olsa ne yapardın?" sorusuna olan cevabım hiç değişmedi; bütün dilleri konuşabilmek. (13 yaşına kadar olimpiyat şampiyonu olmak istiyordum.) Bir dilde uzmanlaştığın zaman yapabildiğin o çift anlamlılıkları, zeka pırıltılarını görebilmek, hissedebilmek. Divan edebiyatındaki gibi kıvraklıkların başka dillerdeki yansımalarını inceleyebilmek (hoş o da başka dil sayılır ne de olsa arapçaydı.) Ütopik bir dünyada bunları yapabilmek ne kadar güzel olurdu.


"Ölü dil,""amaan, ne işine yarayacak" kaygısı gütmeden latincenin köklerine insen halbuki, o etimolojiyi hatmettikten sonra üstüne Roman dillerini inşa etsen, çıkarımlarda bulunsan neyin neden nasıl gelişmiş olduğuna dair...


"Öğreten, öğrenir." Qui docet, discit latincesi. O gün internette dolanırken rastladım çok etkiledi. öğrenme aşkına yapılıyormuş her şey diye düşünüyorum. Günümüzün pragmatizm girdabındaki dünyasında ancak üstün zekalıysan ve kendini bilime adarsan böyle bir lüksün oluyor, insanlar seni maddi manevi destekliyor ve sen ne yaparsan bilim aşkıyla yapıyorsun. (O da ancak gelişmiş ülkelerde. O gün Ali Nesin'in yazısını okuduktan sonra emin oldum ki buralarda iki türlüsü de yok.)



Halbuki şimdi (paralel evrenlerin bu aciz versiyonunda) misal latinceyi (onla başladım, onla gideyim) öğrensen öğrensen iş hayatında kullanmak, belki insanları biraz etkilemek için öğreniyorsun. Olabilecek ulvi amaçlara kıyasla ne kadar ucuz. Öğrenmek bile değil aslında ezberlemek. Al bir Roma Hukuku kitabı ezberle mesela. Hem millet 1. sınıfta gördü, hatırlamıyordur da, hadi yine iyisin, işin kolay. Ya da mare nostrum diye dövme yaptır, Deniz Gezmiş'e atıfta bulun, ben siyasetten de anlarım, çok yönlüyüm havalarına bürünürsün hem.

Acıklı hakkaten.

No comments:

Post a Comment