Monday, March 1, 2010

Nine

Bir mucize gerçekleşse ve beni yazar olarak işe alsalar, ben kazandığım ilk parayla kendime bir motosiklet alsam.. Maaşım taksidinin milyonda birine yeter o ayrı konu. A2 ehliyetim, kaskım, montum hepsi hazır dolap bekliyor kaç yıldır... Hem yazar olarak biraz piştikten, hem de motosiklette birkaç bin km yaptıktan sonra freelance çalışmaya başlasam ve accompanied by self şeklinde çıksam yollara... Yunanistan, Hırvatistan hatta İtalya ve Fransa... tek tek, karış karış arşınlasam.. güneşli sahil kasabalarında saatlerce motora binsem, rüzgar saçlarımda dolansa... Sonra otursam bir cafe’ye kahvemi içerken bir yandan yazılarımı yazsam.. Orada oturan başka sefa pezevengi insanlarla tanışsam, akşam için programlar yapsak, kimi zaman şık şıkıdım, kimi zamansa salaş, nasıl eserse... İnsanlarla konuşup gülüşürken kalabalığın içinden biri dikkatimi çekiverse birden.. tatlı tatlı esen yaz akşamında, beynimin içinde Michael Buble- save the last dance for me çalarken gün ağarana kadar dans etsek... tek amacım deneyimlemek olsa, birbirinden güzel yerler ve insanlar tanısam.. türkçeymiş, ingilizceymiş, italyancaymış boşversek, sakin bir uğultuya bürünse her şey...

Nine filmine gittim bugün ve bütün bu yazdıklarımı düşündürdü bana. O yakışıklılığıyla Daniel Day Lewis’ın yaşadığı psikolojik problemlere odaklanamadım pek :) bembeyaz gömleği, siyah pantalonu, ince kravatı ve kemik güneş gözlükleriyle, üstü açık 1960 model alfa romeo giulietta arabasının içinde Romadan İtalyanın güneyine yaptığı yolculuk ilgilendirdi beni daha çok :) 1.90 boyu, incecik vücudu(serbest çağrışım: bkz. mükreminin edeleli vücudu) ve o kıyafetleriyle rüya gibiydi! ah ah




 Ama ben filme dönüyorum :) şimdiden biliyorum ki film hakkında her sahne her detay silinecek hafızamdan ama dönemeci aldığında gördüğü sahil kasabasının manzarası kazılı kalacak.


Öte yandan into the wild gerçeği var, tokat gibi yüzüne çarpan.. ekime kadar  olduğum yere mıhlanmış vaziyetteyim ve 23 şubat gününden 23 marta buluşma ayarladım. Belki de o yüzden bir başka sefer, spontane hayatın önde gelenlerinin buluşması olacak bu dilara dendiğinde o kadar hoşuma gitti. İçten içe quite the opposite olduğunu bildiğim için..

Into the wild’ın sonunda çocuğun defterini bulurlar. Happiness only real when shared yazmıştır. Nelere tanık olursan ol, başkalarıyla paylaşmadan hiçbir anlamı yok! Ben de bu yüzden yazıyorum sanırım.
Motosikletle gezi hayalime gelince.. evet belki çok uzak ama hayal dediğini sadece gerçekleştirmesi değil, kurması da güzel...

Ayrıca bu Mine Kırıkkanat’ı hem çok seviyorum hem çok kıskanıyorum, şimdi Rocco yazısını tekrar, filmi izledikten sonra okuyunca farkettim ki filmin çekildiği Amalfi sahillerini falan hep dolaşmış, hem de motosikletle! Buyrun burdan yakın;
"cenneti gördüm, varmış ve İtalya’daymış. Yedi gün süren bir şiir yaşadım desem abartmış sayılmam, üstelik yalnızca gördüğüm yerlerin adını sıralamakla kanıtlarım: Minori, Maiori, Amalfi, Furore, Positano, Ravello yan yana gelince manzume olmaz mı sizce? Naçiz yazarınız geçen hafta bir Piaggio’nun terkisine atladı ve İtalyan kıyılarının Akdeniz veznini dolaştı karış karış."

gggrrrrrrrr

3 comments:

  1. Muhalife muhaliflik yapmak istememekle beraber, yanlis bir karsilastirma olmus diyorum. Into the wild’da amac senin hayallerin gibi “deneyimlemek” degil, daha ziyade self-discovery ve aydinlanmak diyebiliriz sanirim. Senin into the sefa hayallerinin bu amaclar konusunda basarili olacagini cok sanmiyorum. Bir kere cok heveslendigin yazarlik bile bu sefa hayatinda sana zulum gelecektir. Cunkun sen su anda hayal etmenin verdigi zevkle yazarken, orada zevkten feda edip yazi yazman gerekecek. Zaten oyle degil midir, bazen hayal gercegin otesinde tatlidir. Hayatimda en kana kana ictigim su askerdeyken ictiklerimdi galiba. Agustos sicaginda, çöle benzer bir yerde saatlerce su icmenin hayalini kurmak. Suyu bile oyle bir yuceltiyorsun ki kafanda… ama sonra suya kavusunca; siradan, bildigin su, yillardir ictigin… Bu bakimdan, senin bu hayallerinin de surdurulebilir bir hayata donuserek gerceklesmesi halinde gozunde cazibesini yitirebilecegini dusunuyorum. Benim tahminim, sen bu adventure isinin donus kismini cok daha fazla seversin….

    ReplyDelete
  2. öncelikle şunu belirtmek isterim ki, bu yapıcı yorumlar çok hoşuma gidiyo, keep them coming pls :)
    onun dışında into the wild kadar olmasa dahi (kimliksiz, parasız ve araçsız bi şekilde çocuğun yapabildiklerini yapmayı tahayyül bile edemiyorum) deneyimlemenin de self-discoveryye yardımcı bişey olduğunu düşünüyorum. ne demiş psikolog, bana yaşanmamışlıklarla gelmeyin :) yoksa çok gözünde büyüttüğün hayallerin gerçekleşmesi halinde büyüsünü yitirmesi olayına katılıyorum ama yine de dönüş kısmını daha çok sevme konusunda şüphelerim var :)

    ReplyDelete
  3. This comment has been removed by the author.

    ReplyDelete